HASTALARA BİR TESELLİ, MANEVİ BİR REÇETE



Hastalara bir teselli, manevî bir reçete;


Bu yazıda musibetzede ve hastalara gerçek bir teselli ve

faydalı bir merhem olabilecek 24 devadan bahsedilecektir.


BİRİNCİ DEVA: Ey bîçare hasta! Merak etme, sabret. Senin

hastalığın sana dert değil belki birnevi dermandır. Çünkü

ömür bir sermayedir, gidiyor. Meyvesi bulunmazsa zayi

olur. Hem rahat ve gafletle olsa, pek çabuk gidiyor.

Hastalık, senin o sermayeni büyük kârlarla meyvedar ediyor.

Hem ömrün çabuk geçmesine meydan vermiyor, tutuyor,

uzun ediyor.. tâ meyveleri verdikten sonra bırakıp gitsin.

İşte, ömrün hastalıkla uzun olmasına işaret eden dillere

destan şu sözdür ki; "Musibet zamanı çok uzundur, safa

zamanı pek kısa oluyor."


İKİNCİ DEVA: Ey sabırsız hasta! Sabret, belki şükret. Senin

bu hastalığın, ömür dakikalarını birer saat ibadet hükmüne

getirebilir.

-Çünki ibadet iki kısımdır.

**Biri müsbet ibadettir ki; namaz, niyaz gibi malûm

ibadetlerdir.
**Diğeri menfî ibadetlerdir ki; hastalıklar, musibetler

vasıtasıyla musibetzede, aczini, za’fını hisseder. Merhamet

eden yaratıcısına yönelir ve yalvarır. Hâlis, riyasız, manevî

bir ibadete mazhar olur.

Evet hastalıkla geçen bir ömür, Allah’tan şikayet etmemek

şartıyla, mü’min için ibadet sayıldığına dair rivayet vardır.

Senin bir dakika ömrünü, bin dakika ibadet hükmüne

getirip, sana uzun ömrü kazandıran hastalıktan şikayet

değil, teşekkür et.


ÜÇÜNCÜ DEVA: Ey tahammülsüz hasta!
İnsan bu dünyaya keyf sürmek ve lezzet almak için

gelmediğine, sürekli gelenlerin gitmesi ve gençlerin

ihtiyarlaşması ve sürekli ayrılığın olması şahiddir. Hem

insan, canlıların en mükemmeli, en yükseği ve donanımca

en zengini, belki hayat sahiplerinin sultanı hükmünde iken,

geçmiş lezzetleri ve gelecek belaları düşünmek vasıtasıyla,

hayvana nisbeten en aşağı bir derecede, ancak kederli,

meşakkatli bir hayat geçiriyor. Demek insan, bu dünyaya

yalnız güzel yaşamak için ve rahatla ve safa ile ömür

geçirmek için gelmemiştir. Belki büyük bir sermaye elinde

bulunan insan, burada ticaret ile, ebedî daimî bir hayatın

saadetine çalışmak için gelmiştir. Onun eline verilen

sermaye de ömürdür. Eğer hastalık olmazsa, sıhhat ve âfiyet

gaflet verir, dünyayı hoş gösterir, âhireti unutturur. Kabri ve

ölümü hatırına getirmek istemiyor, ömür sermayesini boş

yere sarfettiriyor. Hastalık ise, birden gözünü açtırır.

Vücuduna ve cesedine der ki: "ölümsüz değilsin, başıboş

değilsin, bir vazifen var. Gururu bırak, seni yaratanı düşün,

kabre gideceğini bil, öyle hazırlan." İşte hastalık bu açıdan

hiç aldatmaz bir nâsihatçi ve ikaz edici bir doğru yolu

gösterendir. Ondan şikayet değil, belki bu cihette ona

teşekkür etmek; eğer fazla ağır gelirse, sabır istemek

gerektir.


DÖRDÜNCÜ DEVA: Ey şikayetçi hasta! Senin hakkın şikayet

değil şükürdür, sabırdır. Çünki senin vücudun senin malın

değildir. Sen onları yapmamışsın, başka tezgâhlardan satın

almamışsın. Demek başkasının malıdır. Onların sahibi

malında istediği gibi tasarruf eder.

meselâ gayet zengin, gayet hünerli bir san’atkâr; güzel

san’atını, kıymetli servetini göstermek için, zavallı ve fakir

bir adama modellik vazifesini gördürmek maksadıyla, bir

ücretle bir saatlik zamanda, kıymetli taşlarla, sırmalarla

süslenmiş ve gayet san’atlı diktiği bir gömleği, bir elbiseyi

o fakire giydirir. Onun üstünde işler ve vaziyetler verir.

Hârika çesitli sanatlarını göstermek için keser, değiştirir,

uzaltır, kısaltır. Acaba şu ücretli fakir adam, o zâta dese:

"Bana zahmet veriyorsun, eğilip kalkmakla verdiğin

vaziyetten bana sıkıntı veriyorsun, beni güzelleştiren bu

gömleği kesip kısaltmakla güzelliğimi bozuyorsun" demeye

hak kazanabilir mi? Merhametsizlik, insafsızlık ettin diyebilir

mi?

İşte aynen bu örnek gibi, herşeyi sanatla yaratan Allah sana

ey hasta! Göz, kulak, akıl, kalb gibi nuranî duygularla süslü

olarak giydirdiği cisim gömleğini, güzel isimlerinin

nakışlarını göstermek için, çok durumlar içinde seni çevirir

ve çok vaziyetlerde seni değiştirir. Sen açlıkla onun Rezzak

(Bütün yaratılmışların rızkını veren ve ihtiyaçlarını

karşılayan Allah) ismini tanıdığın gibi, Şâfî (şifâ veren)

ismini de hastalığınla bil.


BEŞİNCİ DEVA: Ey Hastalığa mübtela hasta! Bu zamanda

hastalık bazılarına bir ihsan-ı İlahîdir (Allah`tan gelen

iyilikler, bağışlar).Bazı genç hastalar diğer gençlere

nisbeten hastalık nedeniyle âhiretini düşünmeye başlıyor.

Gençlik sarhoşluğu yok. Hastalık seni tam uyandırıncaya

kadar sabra çalış ve hastalık vazifesini bitirdikten sonra

Hâlık-ı Rahîm inşâallah sana şifa verir. Senin bir kısım

emsalin sıhhat belasıyla gaflete düşüp, namazı terkedip,

kabri düşünmeyip, Allah’ı unutup, bir saatlik hayat-ı

dünyeviyenin zahirî keyfi ile, hadsiz bir ebedi hayatını

sarsar, zedeler, belki de harab eder. Sen hastalık gözüyle,

her halde gideceğin bir durağın olan kabrini ve daha

arkasında ahiretteki durakları görürsün ve onlara göre

davranıyorsun. Demek senin için hastalık, bir sıhhattır. Bir

kısım emsalindeki sıhhat, bir hastalıktır.

ALTINCI DEVA: Ey elemden şikayet eden hasta! Senden

soruyorum; geçmiş ömrünü düşün ve o ömürde geçmiş

lezzetli safa günleri ve bela ve elemli vakitlerini hatırla .

Herhalde ya oh, ya ah diyeceksin. Dikkat et, sana oh

elhamdülillah şükür dediren, senin başından geçmiş

elemler, musibetlerin düşünmesi, bir manevî lezzeti deşiyor

ki; senin kalbin şükreder.Çünki elemin zevali, lezzettir. Sana

ah dedirten eski zamanda geçirdiğin lezzetli ve safalı o

hallerdir ki; ayrılıklarıyla , senin ruhunda daimî bir elem

bırakıp, ne vakit düşünsen, o elem yine deşiliyor, esef ve

hasret akıtıyor. Madem bir günlük gayr-ı meşru lezzet,

bazan bir sene manevî elem çektiriyor. Senin başındaki

şimdilik bu geçici hastalığın neticesi ve iç yüzündeki sevabı

düşün, "Bu da geçer yahu!" de, şikayet yerine şükret.


ALTINCI DEVA: Ey dünya zevkini düşünüp hastalıktan

ızdırab çeken kardeşim! Bu dünya eğer daimî olsa idi ve

yolumuzda ölüm olmasaydı ve ayrılış ve yokoluşun

rüzgârları esmeseydi ve musibetli, fırtınalı gelecekte manevî

kış mevsimleri olmasaydı; ben de seninle beraber senin

haline acıyacaktım.

Fakat madem dünya bir gün bize haydi dışarı diyecek,

feryadımızdan kulağını kapayacak, o bizi dışarı koymadan

biz bu hastalıkların uyarısıyla şimdiden onun aşkından

vazgeçmeliyiz. O bizi terketmeden, biz onu terke

çalışmalıyız. Evet hastalık bu manayı bize uyarır : "Senin

vücudun taştan, demirden değildir. Belki daima ayrılmaya

müsaid muhtelif maddelerden oluşturulmuştur. Gururu

bırak, aczini anla, mâlikini tanı, vazifeni bil, dünyaya ne için

geldiğini öğren" kalbin kulağına gizli ihtar ediyor. Hem

madem dünyanın zevki, lezzeti devam etmiyor. Hususan

meşru olmazsa hem devamsız, hem elemli, hem günahlı

oluyor. O zevki kaybettiğinden hastalık bahanesiyle ağlama;

bilakis hastalıktaki manevî ibadet ve ahirete dair sevab

cihetini düşün, zevk almaya çalış.


YEDİNCİ DEVA: Ey sıhhatının lezzetini kaybeden hasta!

Senin hastalığın sıhhatteki nimet-i İlahiyenin lezzetini

kaçırmıyor, bilakis tattırıyor, ziyadeleştiriyor. Çünki bir şey

devam etse tesirini kaybeder. Meselâ, karanlık olmazsa ışık

bilinmez, lezzetsiz kalır. Soğuk olmazsa hararet anlaşılmaz,

zevksiz kalır. Açlık olmazsa, yemek lezzet vermez. İllet

olmazsa, âfiyet zevksizdir. Maraz olmazsa, sıhhat

lezzetsizdir. Madem Allah insana her çeşit iyiliği etmek ve

herbir çeşit nimetini tattırmak ve insanı daima şükre

sevketmek istediğini, şu kâinatta çeşit çeşit hadsiz

çeşitlikte nimeti tadacak tanıyacak derecede gayet çok

donanımla ile insanı donatması gösteriyor ki; elbette sıhhat

ve âfiyeti verdiği gibi; hastalıkları, illetleri, dertleri de

verecektir. Senden soruyorum: "Bu hastalık senin başında

veya elinde veya midende olmasaydı; sen, başın, elin,

midenin sıhhatindeki lezzetli, zevkli nimet-i İlahiyeyi

hissedip şükreder miydin? Elbette şükür değil, belki

düşünmeyecektin;


SEKİZİNCİ DEVA: Ey âhiretini düşünen hasta! Hastalık,

sabun gibi, günahların kirlerini yıkar, temizler. Hem hadîste

vardır ki: "Ermiş ağacı silkmekle nasıl meyveleri düşer;

imanlı bir hastanın titremesi de, öyle günahları silker.

" Günahlar, ebedi hayatta daimî hastalıklardır. Bu dünya

hayatında dahi kalb, vicdan, ruh için manevî hastalıklardır.

Sen eğer sabredip şikayet etmezsen etmezsen, şu geçici

bir hastalık ile daimî pek çok hastalıklardan kurtuluyorsun.

***Eğer günahları düşünmüyorsan, yahud âhireti

bilmiyorsan veya Allah’ı tanımıyorsan, sende öyle dehşetli

bir hastalık var ki; milyon defa sendeki bu küçük hastalıktan

daha büyüktür. Ondan feryad et. Çünki bütün dünyanın

varlığıyla kalbin, ruhun ve nefsin alâkadardır. sürekli ayrılık

ve zeval ile o alâkalar kesilip, sende hadsiz yaralar açılır.

özellikle âhireti bilmediğin için, ölümü ebedi idam hayal

ettiğinden -âdeta- güya yara bere içinde, dünya kadar

hastalıklı bir vücudun var. İşte en evvel hadsiz yaralı ve

hastalıklı bu büyük manevî vücudun hadsiz hastalıklarına

kesin ilâç ve kesin şifa verici bir panzehir olan iman ilâcını

aramak ve itikadını (inanç ile alâkalı) düzeltmek gerektir ki,

o ilâcı bulmakta en kısa yol, bu maddî hastalığın yırttığı

gaflet perdesinin altında sana gösterdiği aczin ve za’fın

penceresiyle, büyüklük sahibi ve herşeye gücü yeten Allah

ın kudretini ve rahmetini tanımaktır. Evet Allah’ı

tanımayanın dünya dolusu bela başında vardır.


Allah’ı tanıyanın dünyası nurla ve manevî sürurla doludur.

Derecesine göre iman kuvvetiyle hisseder. Bu imandan

gelen manevî sürur ve şifa ve lezzet altında, cüz’î maddî

hastalıkların elemi erir, ezilir.


DOKUZUNCU DEVA: Ey yaratıcısını tanıyan hasta!

Hastalıklardaki elem ve korkmak ise; hastalık bazan ölüme

vesile olduğu yönündendir. Ölüm, nazar-ı gaflet (Birşeyin

asıl mânâ ve mâhiyetini idrak edemeden bakmak) ve

görünür yönüyle dehşetli olduğundan, ona vesile olabilen

hastalıklar korkutuyor, telaş veriyor.

***Evvelâ bil ve kesin iman et ki: "Ecel mukadderdir (tâyin

ve takdir olunmuş olan), değişmez" Çok ağır hastaların

başında ağlayanlar ve sağlıkları yerinde olanlar ölmüşler, o

ağır hastalar şifa bulup yaşamışlar.

***Ölüm, sureten göründüğü gibi dehşetli değil. Kuranı

kerim ile isbat edilmiştir ki; imanlı insanlar için ölüm, hayat

vazifesi külfetinden bir terhistir; hem dünya meydanındaki

imtihanda, talim ve talimat olan kulluk ve ibadetten bir

paydostur; hem öteki âleme gitmiş yüzde doksandokuz

ahbab ve akrabasına kavuşmak için bir vesiledir; hem

gerçek vatanına ve ebedî makam-ı saadetine girmeye bir

vasıtadır. Madem ölümün mahiyeti hakikat noktasında

budur; ona dehşetli bakmak değil, bilakis rahmet ve

saadetin bir başlangıcı nazarıyla bakmak gerektir.


ONUNCU DEVA: Ey lüzumsuz merak eden hasta! Sen,

hastalığın ağırlığından merak ediyorsun. O merakın, senin

hastalığını ağırlaştırır. Hastalığın hafifleşmesini istersen,

merak etmemeye çalış. Yani hastalığın faidelerini, sevabını

ve çabuk geçeceğini düşün, merakı kaldır, hastalığın

kökünü kes. Evet merak, hastalığı ikileştirir; maddî

hastalığın altında merak ile manevî bir hastalığı kalbine

verir; maddî hastalık ona dayanır, devam eder. Eğer

teslimiyetle, rıza ile, hastalığın hikmetini düşünmekle o

merak gitse, o maddî hastalığın mühim bir kökü kesilir,

hafifleşir, kısmen gider. Merak kesilmesiyle, o hastalığın

onda dokuzu gider. Onun ilâcı, hastalığın hikmetini

bilmektir. Madem hikmetini, faidesini bildin; o merhemi

meraka sür, kurtul.

ONBİRİNCİ DEVA: Ey sabırsız hasta kardeş! Hastalık, hazır

bir elemi sana vermekle beraber; evvelki hastalığından

bugüne kadar o hastalığın yok olması manevi bir lezzet ve

sevabındaki ruhani bir lezzet veriyor. Bugünden, belki bu

saatten sonraki zamanda hastalık yok, elbette yoktan elem

yok; elem olmazsa teessür olamaz.

***Gelecek günler daha gelmemişler. Onları şimdiden

düşünüp, yok bir günde, yok olan bir hastalıktan, yok olan

bir elemden evhamlanıp kederlenmek, sabırsızlık göstermek

divanelik değil de nedir? Sen, Cenab-ı Hakk’ın sana verdiği

bütün sabır kuvvetini böyle sağa sola dağıtma; "Yâ Sabûr!"

de, dayan.


ONİKİNCİ DEVA: Ey hastalık sebebiyle ibadetinden mahrum

kalan ve o mahrumiyetten kederlenen hasta! Bil ki: Hadîsçe

de sabittir ki;bir mü’min, hastalık sebebiyle yapamadığı

daimî ibadetinin sevabını, hastalık zamanında yine kazanır.

Farzı, mümkün olduğu kadar yerine getiren bir hasta, sabır

ve tevekkül ile ve farzlarını yerine getirmekle o ağır hastalık

zamanında sair sünnetlerin yerini, hastalık tutar. Hem

hastalık, insandaki aczini bildirir. O aczin lisanıyla ve za’fın

diliyle bir dua ettirir.

Allah, insana hadsiz bir acizlik ve nihayetsiz bir zaa’f

vermiş.. tâ ki daimî bir surette kendisine yönelip dua etsin.

yani "Eğer duanız olmazsa ne ehemmiyetiniz var" âyetin

sırrıyla insanın samimî dua ve niyazın bir sebebi hastalık

olduğundan, bu nokta-i nazardan şikayet değil, Allah’a

şükür etmek ve hastalığın açtığı dua musluğunu, âfiyeti

kesbetmekle kapamamak gerektir.


ONÜÇÜNCÜ DEVA: Ey hastalıktan şekva eden bîçare adam!

Hastalık bazılara ehemmiyetli bir definedir, gayet kıymetdar

bir ilahi hediyedir. Madem ecel vakti belli değil; Cenab-ı

Hak, insanı ümitsizlik ve vurdum duymazlıktan kurtarmak

için, korku-ümit ortasında ve hem dünya ve hem âhireti

muhafaza etmek noktasında tutmak için, hikmetiyle eceli

gizlemiş. Madem her vakit ecel gelebilir; eğer insanı gaflet

içinde yakalasa, ebedî hayatına çok zarar verebilir. Hastalık

gafleti dağıtır, âhireti düşündürür, ölümü hatırlatır, öylece

hazırlanır.Bazı öyle bir kazancı olur ki; yirmi senede

kazanamadığı bir mertebeyi yirmi günde kazanıyor.


ONBEŞİNCİ DEVA: Ey ızdırap çeken hasta! Hastalığın

suretine bakıp âh! eyleme. Manasına bak oh! de. Eğer

hastalığın manası güzel birşey olmasa idi, yaratıcı en

sevdiği kullarına hastalıkları vermezdi. Halbuki hadîs-i

sahihte vardır ki: "En ziyade musibet ve meşakkate

yakalanmış olanlar, insanların en iyisi, en kâmilleridirler."

Başta Hazret-i Eyyüb Aleyhisselâm, enbiyalar sonra evliyalar

çektikleri hastalıklara birer riyasız ibadet, birer Allahın

hediyesi nazarıyla bakmışlar; sabır içinde şükretmişler.

Hâlık-ı Rahîm’in rahmetinden gelen bir ameliyat-ı cerrahiye

nev’inden görmüşler. Yoksa şikayet etsen, onlar seni

kafilelerine almayacaklar. gaflet ehlinin çukurlarına

düşersin!.. Karanlıklı bir yolda gideceksin. Evet hastalıkların

bir kısmı var ki; eğer ölümle neticelense, manevî şehid

hükmünde şehadet gibi bir velayet derecesine sebebiyet

verir. çocuk doğurmaktan gelen hastalıklar ve karın

sancısıyla,boğulmak ve yanma ve veba ile vefat eden,

manevi şehit olduğu gibi, çok mübarek hastalıklar var ki,

velilik derecesini ölümle kazandırır. Hem hastalık, dünya

aşkını ve alâkasını hafifleştirdiğinden, vefat ile dünyadan,

dünyaya düşkün olanlar için gayet elîm ve acı olan

ayrılmaları hafifleştirir; bazan da sevdirir.


ONALTINCI DEVA: Ey sıkıntıdan şikayet eden hasta!

Hastalık, sosyal hayatta mühim ve gayet güzel olan hürmet

ve merhameti telkin eder. Ziyaretine gelen veya ona

yardım eden mü’min kardeşlerine karşı hürmeti hisseder.

Ve rikkat-ı cinsiyeden gelen şefkat-ı insaniye ve en mühim

bir haslet-i İslâmiye olan musibetzedelere karşı merhameti

hissedip,onları nefsine kıyas ederek, onlara tam manasıyla

acır, şefkat eder, elinden gelse yardım eder, hiç olmazsa

dua eder, hiç olmazsa şer’an sünnet olan keyfini sormak

için ziyaretine gider, sevab kazanır.


ONYEDİNCİ DEVA: Ey hastalık vasıtasıyla Allah yolunda

iyilik yapamamaktan şikayet eden hasta! Şükret, Allah

yolunda iyilik yapamanın en samimisinin kapısını sana

açan, hastalıktır. Hastalık sürekli hastaya ve Allah için

hastaya bakıcılara sevab kazandırmakla beraber, duanın

makbuliyetine en mühim bir vesiledir. Evet hastalara

bakmak iman ehli için önemli sevabı vardır. Hastaların

keyfini sormak, fakat hastayı sıkmamak şartıyla ziyaret

etmek, peygamberimizin sünnetidir; günahların keffareti

olur.

****Hadîste vardır ki: "Hastaların duasını alınız, onların

duası makbuldür."

Hasta, akrabadan olsa, özellikle peder ve vâlide olsa, onlara

hizmet mühim bir ibadettir, mühim bir sevabdır. Hastaların

kalbini hoşnud etmek, teselli vermek, mühim bir sadaka

hükmüne geçer.



Belki Allah şifa verse, fazlından verir. Hem dua, istediğimiz

tarzda kabul olmazsa makbul olmadı denilmez. Hâlık-ı

Hakîm daha iyi biliyor, menfaatimize hayırlı ne ise onu verir.

Bazan dünyaya ait dualarımızı, menfaatimiz için âhiretimize

çevirir, öyle kabul eder. Her ne ise... Hastalık sırrıyla

samîmilik kazanan, özellikle acizlik ve zayıflık ve hor ve

hakir olma ve ihtiyaçtan gelen bir dua kabule çok yakındır.

Hastalık böyle hâlis bir duanın vasıtasıdır. Hem dindar olan

hasta, hem hastaya bakan mü’minler de bu duadan istifade

etmelidirler.


ONSEKİZİNCİ DEVA: Ey şükrü bırakıp şikayete giren hasta!

şikayet, bir haktan gelir. Senin bir hakkın zayi’ olmamış ki

şekva ediyorsun. Belki senin üstünde hak olan çok şükürler

var, yapmadın. Cenab-ı Hakk’ın hakkını vermeden, haksız

bir surette hak istiyorsun gibi şikayet ediyorsun. Sen,

kendinden yukarı mertebelerdeki sıhhatlı olanlara bakıp

şekva edemezsin. Belki sen, kendinden sıhhat noktasında

aşağı derecelerde bulunan bîçare hastalara bakıp

şükretmekle mükellefsin. Senin elin kırık ise, kesilmiş ellere

bak! Bir gözün yoksa, iki gözü de olmayan a’malara bak!

Allah’a şükret. Evet nimette kendinden yukarıya bakıp

şikayet etmeye hiç kimsenin hakkı yoktur.


ONSEKİZİNCİ DEVA: Ey şükrü bırakıp şekvaya giren hasta!

Şekva, bir haktan gelir. Senin bir hakkın zayi’ olmamış ki

şekva ediyorsun. Belki senin üstünde hak olan çok şükürler

var, yapmadın. Cenab-ı Hakk’ın hakkını vermeden, haksız

bir surette hak istiyorsun gibi şekva ediyorsun. Sen,

kendinden yukarı mertebelerdeki sıhhatlı olanlara bakıp

şekva edemezsin. Belki sen, kendinden sıhhat noktasında

aşağı derecelerde bulunan bîçare hastalara bakıp

şükretmekle mükellefsin. Senin elin kırık ise, kesilmiş ellere

bak! Bir gözün yoksa, iki gözü de olmayan a’malara bak!

Allah’a şükret. Evet nimette kendinden yukarıya bakıp

şekva etmeye hiç kimsenin hakkı yoktur.

Ve musibette herkesin hakkı, kendinden musibet

noktasında daha yukarı olanlara bakmaktır ki şükretsin. bir

örnekle açıklayalım: Bir zât, bir bîçareyi, bir minarenin

başına çıkarıyor. Minarenin her basamağında ayrı ayrı birer

ihsan, birer hediye veriyor. Tam minarenin başında da en

büyük bir hediyeyi veriyor. O çeşitli hediyelere karşı ondan

teşekkür ve minnetdarlık istediği halde; o hırçın adam,

bütün o basamaklarda gördüğü hediyeleri unutup veyahud

hiçe sayıp şükretmeyerek yukarıya bakar. Keşke bu minare

daha uzun olsaydı, daha yukarıya çıksaydım, ne için o dağ

gibi veyahud öteki minare gibi çok yüksek değil deyip

şekvaya başlarsa, ne kadar bir Allah ın ihsan ettiği

nîmetleri bilmeme , bir haksızlıktır. Öyle de: Bir insan

hiçlikten vücuda gelip, taş olmayarak, ağaç olmayıp, hayvan

kalmayarak, insan olup, müslüman olarak, çok zaman sıhhat

ve âfiyet görüp, yüksek bir derece-i nimet kazandığı halde,

bazı ârızalarla, sıhhat ve âfiyet gibi bazı nimetlere lâyık

olmadığı veya kötü istek veya birşeyi kötüye kullanma ile

elinden kaçırdığı veyahud eli yetişmediği için şekva etmek,

sabırsızlık göstermek, aman ne yaptım böyle başıma geldi

diye onu Allahın terbiye etmesini tenkid etmek gibi bir hal;

maddî hastalıktan daha musibetli, manevî bir hastalıktır.

Kırılmış el ile döğüşmek gibi, şikayetiyle hastalığını

çoğaltır.


ONDOKUZUNCU DEVA: Büyüklük sâhibi ve çok güzel olan

Allah bütün isimleri güzeldirler. Mevcudat içinde en latif, en

güzel, şey de hayattır. Güzelin aynası güzeldir.O aynanın

başına o güzelden ne gelse, güzel olduğu gibi; hayatın

başına dahi ne gelse, hakikat noktasında güzeldir. Çünki

güzel olan Allah ın güzel nakışlarını gösterir.

Evet gayet zengin ve işsiz, istirahat döşeğinde herşeyi

mükemmel bir efendiden sor; ne haldesin? Elbette, aman

vakit geçmiyor, gel bir şeşbeş oynayalım, veyahud vakti

geçirmek için bir eğlence bulalım, gibi kederli sözleri ondan

işiteceksin.. ve yahud bitmeyen arzudan gelen, bu şey’im

eksik, keşki şu işi yapsaydım gibi şekvaları işiteceksin. Sen

bir musibetzede veya işçi ve meşakkatli bir halde olan bir

fakirden sor; ne haldesin? Aklı başında ise diyecek ki:

"Şükürler olsun Rabbime, iyiyim, çalışıyorum. Keşki çabuk

Güneş gitmeseydi, bu işi de bitirseydim. Vakit çabuk

geçiyor, ömür durmuyor gidiyor. Vakıa zahmet çekiyorum,

fakat bu da geçer, herşey böyle çabuk geçiyor." diye,

manen ömür ne kadar kıymetdar olduğunu, geçmesindeki

teessüfle bildiriyor. Demek meşakkat ve çalışmakla, ömrün

lezzetini ve hayatın kıymetini anlıyor. İstirahat ve sıhhat ise,

ömrü acılaştırıyor ki, geçmesini arzu ediyor.


Ey hasta kardeş! musibetlerin, şerlerin, hattâ günahların

aslı yokluktur. Yokluk ise şerdir, karanlıktır. tekdüze

istirahat, sükût, sükûnet, gibi haletler yokluğa hiçliğe

yakınlığı içindir ki, yokluktaki karanlığı ihsas edip sıkıntı

veriyor. Hareket ve değişme ise var olmadır, sendeki

hastalık, kıymetdar hayatı safileştirmek, kuvvetleştirmek,

terakki (ilerleme) ettirmek ve vücudundaki sair cihazat-ı

insaniyeyi o hastalıklı uzvun etrafına muavenetdarane

(yardımlaşma) müteveccih etmek ve Allah ın sanatının ayrı

ayrı isimlerinin nakışlarını göstermek gibi, çok vazifeler için,

o hastalık senin vücuduna misafir olarak gönderilmiştir.

İnşâallah çabuk vazifesini bitirir gider. Ve âfiyete der ki; sen

gel, benim yerimde daimî kal, vazifeni gör, bu hane

senindir, âfiyetle kal.


YİRMİNCİ DEVA: Ey derdine derman arayan hasta! Hastalık

iki kısımdır. Bir kısmı hakikî, bir kısmı evhamla ilgilidir.

Hakikî kısmı ise büyüklüğüne yakışır tarzda, belli faydalar

ve gayeleri gözeterek hastalıkları iyileştiren Allah,

yerkürede:dünyada olan büyük eczanesinde, her derde bir

deva istif etmiş. O devalar ise, dertleri isterler. Her derde

bir derman halketmiştir. Tedavi için ilâçları almak,

kullanmak meşrudur.


Fakat tesiri ve şifayı, Cenab-ı Hak’tan bilmek gerektir.

Dermanı o verdiği gibi, şifayı da o veriyor. hastanın

mütedeyyin hekimlerin tavsiyelerini tutması , ehemmiyetli

bir ilâçtır. Çünki ekser hastalıklar kötü kullanımdan,

perhizsizlikten ve israftan ve Hatâlardan ve sefahetten ve

dikkatsizlikten geliyor. Dindar hekim, elbette meşru bir

dairede nasihat eder ve nasihatlarda bulunur. Sûistimalden,

israfdan men’eder, teselli verir. Hasta o nasihata ve o

teselliye itimad edip hastalığı hafifleşir, sıkıntı yerinde bir

ferahlık verir. Amma evhamın hastalık kısmı ise; onun en

müessir ilâcı, ehemmiyet vermemektir. Ehemmiyet verdikçe

o büyür, şişer. Ehemmiyet vermezse küçülür, dağılır.

Vehham ve asabî insanlarda fena bir hastalıktır. Habbeyi

kubbe yapar; kuvve-i maneviyesi kırılır. Hususan

merhametsiz yarım hekimlere veyahud insafsız doktorlara

rastgelse, evhamını daha ziyade tahrik eder. Zengin ise malı

gider; yoksa ya aklı gider veya sıhhatı gider.


YİRMİBİRİNCİ DEVA: Ey hasta kardeş! Senin hastalığında

maddî elem var, fakat o maddî elemin tesirini Ortadan

kaldıracak ehemmiyetli bir manevî lezzet seni ihata ediyor.

Çünki peder ve vâliden ve akraban varsa, çoktan beri

unuttuğun gayet lezzetli o eski şefkatleri senin etrafında

yeniden uyanıp, çocukluk zamanında gördüğün o şirin

nazarları yine görmekle beraber; çok gizli perdeli kalan

etrafındaki dostluklar, hastalığın cazibesiyle yine sana karşı

muhabbetdarane baktıklarından, elbette onlara karşı senin

bu maddî elemin pek ucuz düşer. Hem sen gurur duyarak

hizmet ettiğin ve iltifatlarını kazanmasına çalıştığın zâtlar,

hastalığın hükmüyle sana merhametkârane hizmetkârlık

ettiklerinden, efendilerine efendi oldun. Hem insanlardaki

rikkat-i cinsiyeyi (İnsanın kendi cinsinden olana acıması) ve

şefkat-i nev’iyeyi (Aynı cinsten olanların şefkati.) kendine

celbettiğinden, hiçten çok yardımcı ahbab ve şefkatli dost

buldun. Hem çok meşakkatli hizmetlerden paydos emrini

yine hastalıktan aldın, istirahat ediyorsun. Elbette senin

cüz’î elemin, bu manevî lezzetlere karşı seni şekvaya değil,

teşekküre sevketmelidir.


YİRMİİKİNCİ DEVA: Ey İnme:felç gibi ağır hastalıklara

mübtela olan kardeş!
Evvelâ sana müjde ediyorum ki; mü’min için inme:felç

mübarek sayılıyor. Ehlullah, Cenab-ı Hakk’a vâsıl olmak ve

dünyanın azîm manevî tehlikelerinden kurtulmak ve

saadet-i ebediyeyi temin etmek için, iki esası isteyerek

takib etmişler:

Birisi: Rabıta-i mevttir. Yani: Dünya fâni olduğu gibi, kendisi

de içinde vazifedar fâni bir misafir olduğunu düşünmekle,

ebedi hayatlarına o suretle çalışmışlar.

İkincisi: nefsin isteklerinin ve kör hissiyatın tehlikelerinden

kurtulmak için, çilleler ile, riyazetlerle (Az gıda almak

suretiyle nefsini terbiyeye çalışmak) nefsin isteklerinin

öldürülmesine çalışmışlar.

Sizler ey yarı vücudunun sıhhatını kaybeden kardeş! Sen

ihtiyarsız kısa ve kolay ve sebeb-i saadet olan iki esas sana

verilmiş ki; daima senin vücudunun vaziyeti, dünyanın

zevalini ve insanın fâni olduğunu ihtar ediyor. Daha dünya

seni boğamıyor, gaflet senin gözünü kapayamıyor.

İşte inançlı insan iman sırrı ile ile ve teslimiyet ve Allah a

dayanarak, o ağır hastalıktan az bir zamanda, ehl-i

velayetin çilleleri gibi istifade edebilir. O vakit o ağır

hastalık çok ucuz düşer.


YİRMİÜÇÜNCÜ DEVA: Ey kimsesiz, garib, bîçare hasta!

Hastalığınla beraber kimsesizlik ve gurbet, sana karşı en

katı kalbleri yumuşatırsa ve şefkati celbederse; acaba

Kur’anın bütün surelerinin başlarında kendini Rahmanur

Rahîm sıfatıyla bize takdim eden ve şefkatıyla umum

yavrulara karşı umum vâlideleri, o hârika şefkatıyla terbiye

ettiren ve her baharda bir cilve-i rahmetiyle zemin yüzünü

nimetlerle dolduran ve ebedî bir hayattaki Cennet, bütün

mehasiniyle bir cilve-i rahmeti olan senin Hâlık-ı Rahîmine

iman ile bağlanman ve onu tanıyıp hastalığın lisan-ı acziyle

niyazın, elbette senin bu gurbetteki kimsesizlik hastalığın,

herşeye bedel onun nazar-ı rahmetini sana çeker. Madem o

var, sana bakar, sana herşey var. Asıl gurbette, kimsesizlikte

kalan odur ki; iman ve teslimiyetle ona bağlanmasın veya

bağlanmaya ehemmiyet vermesin.


YİRMİDÖRDÜNCÜ DEVA: Ey masum hasta çocuklara ve

masum çocuklar hükmünde olan ihtiyarlara hizmet eden

hasta bakıcılar!


Sizin önünüzde mühim bir ahiret ticâreti var. Şevk ve

gayret ile o ticareti kazanınız. Masum çocukların

hastalıklarını, o nazik vücudlara bir idman, bir riyazet ve

ileride dünyanın dağdağalarına mukavemet verdirmek için

bir şırınga ve bir terbiye-i Rabbaniye gibi, çocuğun hayat-ı

dünyeviyesine ait çok hikmetlerle beraber ve hayat-ı

ruhiyesine ve tasaffi-i hayatına medar olacak büyüklerdeki

keffaretüz zünub yerine, manevî ve ileride veyahud âhirette

terakkiyat-ı maneviyesine medar şırıngalar nev’indeki

hastalıklardan gelen sevab, peder ve vâlidelerinin defter-i

a’maline, bilhassa sırr-ı şefkatle çocuğun sıhhatını kendi

sıhhatına tercih eden vâlidesinin sahife-i hasenatına girdiği,

ehl-i hakikatça sabittir.

İhtiyarlara bakmak ise; hem azîm sevab almakla beraber, o

ihtiyarların ve bilhassa peder ve vâlide ise, dualarını almak

ve kalblerini hoşnud etmek ve vefakârane hizmet etmek,

hem bu dünyadaki saadete, hem âhiretin saadetine medar

olduğu rivayat-ı sahiha ile ve çok vukuat-ı tarihiye ile

sabittir. İhtiyar peder ve vâlidesine tam itaat eden bahtiyar

bir veled, evlâdından aynı vaziyeti gördüğü gibi; bedbaht

bir veled eğer ebeveynini rencide etse, azab-ı uhrevîden

başka, dünyada çok felâketlerle cezasını gördüğü, çok

vukuatla sabittir.


YİRMİBEŞİNCİ DEVA: Ey hasta kardeşler! Siz gayet faydalı’

ve her derde deva ve hakikî lezzetli kudsî bir panzehir

isterseniz, imanınızı geliştiriniz . Yani tövbe ve istiğfar ile ve

namaz ve kullukla , o mânevî şifâ, ilâç olan imanı ve

imandan gelen ilâcı kullanınız.

Evet dünyaya muhabbet ve alâka yüzünden güya âdeta

ehl-i gafletin dünya gibi büyük, hasta, manevî bir vücudu

vardır. İman ise, o dünya gibi zeval ve firak darbelerine,

yara ve bere içinde olan o manevî vücuduna birden şifa

verip; yaralardan kurtarıp, hakikî şifa verir.

İman ilâcı ise, farzları mümkün oldukça yerine getirmekle

tesirini gösteriyor. Gaflet ve sefahet ve hevesat-ı nefsaniye

ve nefsin arzu ettiği kötülükler o panzehirin tesirini

meneder. Hastalık madem gafleti kaldırıyor, hazzı kesiyor,

meşru olmayan keyflere gitmeye mani oluyor; ondan

istifade ediniz.

KAYNAK:ALINTI


Devamını Oku